
İlk Tayinim: İşitme Engelliler Okulunda Başlayan Yolculuğum (1.Bölüm )
Tayinimin işitme engelliler okuluna çıktığını öğrendiğimde, açıkçası biraz telaşlandım.
“Ben bu çocuklarla nasıl iletişim kuracağım?”
Bu soru günlerce kafamda dönüp durdu. Öğretmenliğe dair bütün bilgim, enerjim, heyecanım vardı ama elimde bir dil yoktu. İlk gün okula girdiğimde sessizlik farklı geldi. Yani öyle bildiğimiz sessizlik gibi değil… Bir anlam sessizliği. Sesli harfleri olmayan ama bir o kadar canlı bir dünyanın içine girmiştim.
İlk dersime girdiğimde çocuklar bana baktı. Ben de onlara. Onlar beni anlamaya çalıştı, ben onları… Ama sonra fark ettim ki, aslında burada tek taraflı bir öğrenme olmayacak. Karşılıklı bir öğretim süreci başlayacaktı.
Onlar bana, kendilerine nasıl öğretileceğini öğretiyorlardı.

Ama bu yetmedi.
Bir gün cesaretimi toplayıp okul müdürünün kapısını çaldım.
“Hocam,” dedim, “Çok çabalıyorum ama bazen gerçekten anlayamıyorum. Eksik kalıyorum. Bu çocukların dünyasına tam giremiyorum.”
Müdür bana baktı, gülümsedi ve şöyle dedi:
“Buradaki en büyük sorunlardan biri de bu hocam. Dışarıdan gelen herkes önce bir bariyere çarpıyor. Ama size bir sır vereyim mi? Öğretmenlik hayatınız boyunca kendinize katabileceğiniz en büyük yatırımlardan biri, işaret dili öğrenmek.”
O an karar verdim.
İnternette araştırırken İşarethane’yi buldum. 120 saat temel işaret dili eğitimi. Üstelik eğitmenlerin büyük çoğunluğu sağır bireylerden oluşuyordu. İşte o zaman anladım, bu yalnızca bir dil değil, bir kültür öğrenmekti.
Eğitime başladım.
İlk hafta çok zorlandım. Yüzümle, ellerimle konuşmak… mimikleri doğru anlamak… Hepsi zaman istiyordu. Ama okuldaki çocuklarla geçirdiğim her gün, her mimik, her kahkaha… her şey bana başka bir şey öğretiyordu.
Sınıfta çocukların esprileri vardı mesela. İşaretlerle şaka yapıyorlardı. Anlamadığımda gülüyorlardı, sonra da gösteriyorlardı.
Bedenleriyle gülüyorlardı.
Mimikleri yoğun, enerjileri başka.
Ben öğretmendim, evet. Ama çoğu zaman öğrenci gibi hissediyordum.
Velilerle ilk toplantıya girdiğimde, bambaşka bir deneyim yaşadım. Velilerin çoğu da sağırdı. O gün, işaret dili bilmeyen bir öğretmen olarak, yalnızca çocukların değil, ailelerin de bana ulaşamadığını fark ettim.
İşte tam da o gün, bu dili sadece öğretmek için değil, anlamak için öğrenmem gerektiğini derinlemesine hissettim.
Aylar geçti. Artık elimle konuşabiliyorum.
Gözümle dinliyor, kalbimle anlıyorum.
“İşaret dili, yalnızca bir iletişim aracı değil. Bir topluluğun, bir ailenin, bir sınıfın kalbine açılan bir kapı.”
— @ogretmenayse
Her işaret, bir hikâye anlatır.