
Benim Yeni İşaret Adım(2.Bölüm)
İşaret dili öğrenmeye başladığım ilk günlerde, sadece kelimeleri öğrenmeye çalışıyordum. “Nasılsın?”, “Öğretmen”, “Ders”, “Kalem” gibi… Ama sonra fark ettim ki bu dil, sadece kelimelerle değil, ifadelerle, duruşla, gözle kuruluyordu.
Bir gün sınıfa girdiğimde, çocuklardan biri — adını hiç unutmam, Deniz — yanıma geldi, gözümün içine baktı, ellerini kaldırdı ve bana bir işaret yaptı. İlk başta anlamadım. Başka bir kelime mi, bir cümle mi derken diğer öğrenciler gülmeye başladı.
Yanıma yaklaştı, tekrar yaptı. Sonra tahtaya çizdi: benim saçımı, gözlüklerimi…
O işaret benim adım olmuştu.
Benim işaret adımı yapmışlardı.
Deniz o kadar gururlu, o kadar sahiplene sahipleneydi ki… Bir yandan utanıyor, bir yandan çok mutlu oluyordum. Çünkü artık sınıf beni sadece bir “atamayla gelen öğretmen” olarak değil, onların dünyasına kabul edilmiş biri olarak görüyordu.
O gün okul çıkışı eve yürürken ağladım.
Böyle bir bağın mümkün olabileceğini hiç düşünmemiştim.
Sessiz, ama çok güçlü bir bağdı bu.
Sonraki hafta velilerle birebir görüşmeler düzenlemeye başladım. Tüm konuşmaları, yavaş yavaş kurulan cümlelerle, göz temasıyla ve artık çok daha rahat kullandığım işaret diliyle yaptım.
Bir annenin bana söylediği bir cümle hâlâ kulağımda:

“Siz bizim çocuklarımızla konuşmak için çaba gösterdiğinizde, biz de kendimizi görünür hissediyoruz.”
İşte o an her şeyin anlamı daha da büyüdü.
İşaret dili sadece bir dil değil, bir aidiyetti.
Görünür olmak, anlaşılmak, ortak bir zeminde buluşmak.
Her işaret, bir hikâye anlatır.Ayşe Öğretmen’in hikâyesi, sadece bir tayin değil; işitme engelliler okulunda öğretmen olmak ne demek, onu anlatıyor. Bu yolculukta fark ediyor ki, işaret dili sadece bir iletişim aracı değil; bir kültür, bir bağ, bir dönüşüm. Ayşe gibi pek çok öğretmen için işaret dili eğitimi en kıymetli adımlardan biri oluyor. Bu dönüşüm yolculuğunda İşarethane gibi platformlar, yalnızca eğitim değil, umut da sunuyor. Çünkü dil öğrenmek bazen sadece konuşmak değil, anlaşılmak demek.